Deliliğin en asil köşesinden sana dönüyorum geri. Açıklanamayacak işaretleri mutlak ifadelere çevirirken hiç dönmüyordu bir zamanlar dilim. Oysa bu tür hikayelere ve giderek çoğalan hilelere bir zamanlar ben de pek aşina değildim. Şimdilerde sizlere hiç susmadan sessizliği anlatabilirim.
Issızlığın şaibeli krallığında özgürce dolaşırken, ben aslında “gerçek bir şair” değilim. Dipsiz bir hücrenin derinliklerinde asırlarca bekleyip, sadece senin okuyabileceğin eşsiz bir şiir yazmak istemiştim. İşte her zaman büyük bir hevesle yorumladığım o sürreal güzellemeden yoksun, miskin ve nedensiz elverişten yola çıkarak; karşıt kasırgalarca güçlendirdiğim bu mitolojik genellemeye erişinceye değin uyuşturulmuş ontik/nadide ruh çiçeği ile köklerimizi bilinçaltı nakaratlarda birleştirip, birbirimize sembolik bir söz verecektik. Bu kez herhangi bir subliminal redif veya üstel bir kara mecaz gerektirmeden, doğruca sana çıkıyorsa eğer bu alşim yüklü edilgen sihir; kuşkusuz, bir belirsizlik için deyim,,,
Ruhuna dokunduğum anda kolunun felç olduğunu zarif derinde hissederken, vurgulandığın satır aralarında belirgin ve gözlerimde sorgusuz bir şekilde temsil edilebildiğin ölçüde seni olduğun gibi kabul edip, yıpratmadan betimlemeliydim. Benim ellerim hep soğuktur üstelik; biliyorum, daha en başından söylemeliydim.
Donuk bir hayale tutunurken belki de hiç üşümemeliydin sevgili geçmişim. Soyut bir söylemin, böylesi acımasız bir yönteme dönüşeceğinden henüz habersizdim ve sabırla dolu bir duygunun tutkulu birine yaptırabileceklerini yakından seyrederken, ben yerimde gayet iyiyim.
Tedbirsizce yazılan bir rüyanın detaylarında varlık kazanmış kurgusal bir destanın dolaylarında dolaşırken çok dikkatli olmanız gerekirdi. Bir gün kaderin tekinsiz işaretlerini takip ederken, kaynaştırılan süslü satırların arasında kendimizi kaybettik ve belli ki ilk kez, muğlak bir metaforun platonik kıyılarında istemsizce göz göze geldik. Derin bir uykunun dehlizlerinde yeniden karşılaştığımızda kim olduğumu hatırlaman işten bile değil. Serin bir kayanın üzerinde varlığına dahi inanmadığın kontrolsüz hisler düşlemiştin, hatırla. İçimde senin için, farkına asla varamayacağın süreksiz ve dairesel cümleler biriktirdim. Birlikte tüm bu işlek mantık sistemlerini ve aşkın fikirleri sarsıyorsak şayet böyle bir akşamüzeri;
“Kilisemi bu kayalıkların üzerine dikeceğim.”
Uzun, karanlık bir koridorda cesur adımlarla ilerlerken, parmaklarının arasından süzülen o eski kandil titreşir. Damlaların anılmasıyla akmaya başlıyor ve hafızamda çalkalanıyor ışık saçan mürekkebin. Kendine özgü gizemli karakteriyle şifrelenmiş, sessiz bir kaygıdan bahsetmektedir parşömenin kan dolu trajedisi. Bağlanmak riskli ve ilgi çekici bir girişim; ancak patolojisi paylaşılmamış her aşk ölüme mahkumdur sevgili gerçekliğim; bunu çok iyi bil…
Çehrende bulunan yalıtılmış mistik duvarlar basit, kesirli ve samimi duyguları geçirmiyorken; karşımda öylece susuyor olman oldukça büyüleyici bir gösteridir. Sahne boyunca açık kalan gözlerini hayranlıkla izlerken gezgin, sen uyanana kadar iç sesinle dans edebilirdim şaheserim. Bu sırada aklından geçen en durgun kelimleri seçip tedirgin ve umutsuz bir şarkı besteledim ikimiz için. İçimde kopan bu tarifsiz melodinin aksak ritmini dinlerken, uzaklaşan ilgeçlerin arasında zamanla sıra dışı bir nefret duyumsuyor sezgilerim. Kökeni maddenin yapı taşlarına veya genetik dizilime dayanmıyor bu karmaşık hislerin. İçinde hiçbir mantık aramıyorum artık sevgilim; bunun adı soğukluk bilimidir.
Ve gölgen yüzümün üzerine buruk bir tebessümle düştüğü vakit, beklenen kıyamet kendiliğinden gerçekleşir. Ne Kanlı Ay Tutulması ne de başka bir evrensel terapi biçimi, artık akan zamanı tersine çevirebilir. Coşkulu bir geri dönüşün ardından yeniden kendime gelebilmek için, elimdeki tümgüçlü optik olanakları sanal kışlar çerçevesinde irdeleyip; tamamen tükenmeden önce kozmolojik bir formül geliştirmeliydim. Böylece uzun bir süre gözlerimi kapatarak, gökyüzündeki metaforik cisimlerin bağıl hareketlerini zihnimde senkronize ettim. Üzerime akan rasyonel kehanetleri gözlemlerken, bir yandan özenle sivrilen dişlerimi bilemekteyim. Retorik ayini tamamlamadan evvel, öngörülmüş kahinin sarsıcı imgesi tam karşımda dikilir. Fazla yakınlık benim tarzım değil; ancak aramızdaki mesafe cinnet seviyemin potansiyel bekçisi sayılabilir. İyonik denklemin en gözde değişkenleri, nitekim asal katsayılarla kafiyeli ve gözlemcinin benliğiyle çelişkilidir.
Gerçek bir hayalle karşılaştığınız zaman geride kalan tüm titreşimler aniden kesilir. Kalp atışların yavaşlıyor ve bu yüzden donuyor sırasıyla hislerin. Evren, kendinden geçen kararlı bir devinim ve mutlak sıfıra indikçe canlı ile cansız arasındaki ince çizgi gittikçe belirsizleşir. Davetsiz bir misafirin varlık bulmasıyla bilincim kendisiyle yüzleşmek için, tekrarlıyor hafızasında biriktirdiği kutsal kelimeleri. Bir kez daha o aşkın doğum esnasında tüm yıldızlar aynı hizaya dizilir. Logosun ahengiyle usulca salınırken her biri ne kadar da güzel görünüyor halbuki, öyle değil mi?
Seni düşlemeye başlamam bir cenine hayat verebilir veya senden kopmak istemem bir dinin yıkılması demektir. Çünkü biliyorsun sevgilim;
“Evren’in sessizliği, Erdem’in çığlıklarına gebedir.”