Kemiklerim birbirine kavuştuğunda çınlayan o ses… Uyandığımda bilincim kendisini bulana kadar hiç durmadan yankılanan çığlıklar… Mağaranın derinliklerinde uzaklaşan kuşlar ve dışarıda kıyıya çarpan okyanusun kalbi kadar uzak gördüğün rüya. Daha önce gördüğüm bir rüya…
—Gördüğüm bir rüya.
“Seninle şimdi böylesi bir anda tek bir zihnin içerisinde var olmak, Evren’de ne tür bir yaradılışın eseridir?” Biliyorum, sen de benim kadar merak ediyorsun. Aslında her sabah uyandığında kafanda belirenlerle hemen hemen aynı sorular bunlar: Buraya kadar nasıl geldiğini bilmiyorsun. Henüz hiçbir şey bilmiyorsun… Sonra birileri ansızın bir yalan uyduruyor dudaklarından; kulağına fısıldıyorlar ismini…
“Benim adım Adem.”
—Peki ya sen kimsin?”
Yerde öylece yatmış, kollarımı dizlerimin üstünden dolamış ve kalbimi sıcak tutabilmek için tüm gövdemin üzerine kapanmıştım. Bu anı bir yerden hatırlıyorum ve sebepsizce korkuyorum. Ancak kafamda beliren karanlık senfoni, şimdi kalp atışlarıyla eşzamanlı çarpıyor mağaranın duvarlarında. Aynı hikaye zihnimin antik lahitlerinde yazıyor olmalı, biliyorum. Duydukların senin de zihninin bir köşesine karışıyor. Tüm bunları işitmene izin veren göğsündeki asil bekçiyi selamlıyor ve anlatıyorum… Nefesimin sonsuz ihtimaller nehrinde, kendine bir anlam buluyorsun imkansız bir anda: Bunca ruh arasında…
Sana dokunduğum ilk anda; karadeliğin içinde duran anda.
“Donuk bir anda…”
Bir hikayenin tersten ve yeniden yazılması sonucu ortaya çıkan satırlar… Alegori içeren bir karmaşa… Yerde yatan muamma. Kuşkumun kaynağı cüretkar bir fikirdir parmak uçlarında. Ellerim titriyor avuçlarımın arasından akan sıvıyı gördüğüm zaman. Şimdilik tüm bunları bir süreliğine reddediyorum.
“Bilincimi sonuna kadar kapatıyorum günbatımında.”
Uyku ile uyanıklık arasında; yersiz bir çağrışım sonucu irkilen ilkel bilincin, Evren’in karanlıklarında canlanan keskin bir görüyü aynen kabul etmesi mümkün müdür kozmolojik açıdan her zaman? Üzerine akan yıldızların oluşturduğu örüntüler arasında yol almak ve içinde bulunduğun şeffaf kainata doğru hızla çekilirken; sağından ve solundan geçen binlerce ölüye aldırmadan, yalnızca içine düştüğü karanlık boşluğa odaklanması ne kadar arzulanabilir bir nefis tarafından?
Birine tutkuyla bağlanmak; yalnızlık korkusundan mı gelir, mezarda edinilmiş bir içgörü olarak… Yoksa mitolojik bir öyküyü mü dile getirir, tek başına uyurken görülen rüyalar:
“Bir belirsizlik transı olarak.”
Geceleri binlerce zihnin arasında özgürce dolaşmak mı alışılmışın dışında olan; yoksa iki zihin arasındaki Tanrı’yı selamlamak mı sence daha enteresan? Tüm bu düşünceleri bir yerden anımsıyorum. Henüz mağaramı terk etmemiş olsam da platonik sezgiler biriktiriyorum. Kollarımdan mistik bir gizem aşılıyorum zamanın muğlaklığına. Milyarlarca nöron arasından süzülerek ilerleyen bir elektrik sinyalinin anlattıkları bunlar.
Derinlerde dolaşan tüm o kuşlar sakinleşmiş olacak ki kalp atışlarını artık duymuyorum. İstemsizce elimi göğsüme koyduğum anda, gözlerimi sonuna kadar açıyorum: Ellerimi hatırlıyorum! Damarlarımda akan sıcak kanın vücuduma yayıldığını hissediyorum… Şimdi buz gibi bir sıvının kemiklerimin arasında ilerlediğini görebiliyorum. Simsiyah kumları olan bir sahilde uyanıyorum. Dalgalar yüzüme çarptığında gözlerimi açarken, o doğal prizmanın arasında bir rahip imgesi canlanıyor kirpiklerimin arasında; kanıyorum… Kırmızıya karışıyorum. Üzerimden akan kan beni arındırmaya yetmiyor. Bu kanın kaynağı, okyanusun ötesine uzanıyor. Başka bir Evren betimliyorum;
“Erdem’i yerde yaralı bırakıyorum.”
Ayağa kalkarken zeminde oluşan yansımanın ürkek ifadesine duyduğum şefkat… Bu hissin göğüs kafesimde oluşturduğu sızıdan geriye kalan esrar… Yoldan çıkınca dağılan dikkat… Rahimde bıraktığım huzur… Soğukta ağzından çıkan duman… Dokununca kanatlarımda oluşan acı… Tüm bunlar, yalnızca birer yanılsama: şaibeli bir hipnozdan artakalan!
—Böylece, karaya oturmuş kum saatini ters çeviriyorum;
“Hikayeme yeniden başlıyorum buradan.”
Derimde yaşayan ejderha… Kendi kuyruğunu yiyen bir yılan… Ona tekrar dönüşmeyi reddettiğim asa. Kalbime sapladığım kılıç… Kişilik dediğiniz bulmaca… Maskenin altındaki şeytan… Ona tapan bir yosma… Bilincimi ikiye yaran travma… Denizleri ayıran Musa…
—Benim adım Adem.
“Benden çaldığın kemikle, bensiz yaşayabileceğini mi sanıyordun yoksa?”