Sembollerin Dili

   Ruhumu düzenli aralıklarla ziyaret eden titreme nöbetleri, bastırılan anıların bilincime düzenlediği kozmik baskınlar serisinin sistematik ifadeleridir. Her biri bulutların üzerine düşerek yayılan yıldırımlar gibi, kısa bir süre içerisinde tüm atmosfere ve hücrelerime nüfus edecektir. Hemen ardından duyduğun anlık gürültü, büyülü ormanın göğsü sıkıştığı sırada içine çektiği sakin ve gecikmiş nefesidir. Algılarımın benliğimden kopuk ve bağımsız izlenimleri, köklerini karmaşık bir sinir ağı içerisinde sorgusuzca yeraltına gizlemiştir ve ölü bir hücre geçmişin huzurunda kendisini yeniden var edebilmek için, kurak topraklarda öylece filizlenmeyi beklemektedir…

   Gökyüzünde yalpalayan yalnız bir örümceğin seyrek ayak sesleri, statik bir şekilde keyifli ve ölçüsüz bir ritimle birleşerek tüm duyularıma hitap etmektedir. Geceyi karşılayan yalnızca sessizce bakışmamız değil; aynı zamanda tüm bu Evren’in var olma sebebidir. Bu yüzden hiç yılmadan tutkuyla örmeye devam ediyor ileriye dönük ağlarını uykusuz sahir; sererken gözlerimin önüne kaderin puslu trajedisini.

   Esrik bir kavramın sınırlarında başlıyor serüvenim. Başladığı noktada son bulur tılsımın gizemli ve kırılgan gölgesi; acının en can alıcı bölgesi… Kaygı; merakın kaçınılmaz habercisidir. Düzen ve kaosun mutlak sözleşmesi… Ruh ve maddenin birlik mücadelesi: Tutulma vakti, ardından sonsuz bir bekleyiş. Zifiri karanlık…

Venüs’ün yükselişi!

   Bir ejderha, gözlerinin içindeki kuşku ve irade ile tüm Evren’i sadece bir an için aydınlatabilirdi. Etrafa saçılan o tedirgin ışığın bilincimin sınırlarına kadar sızmasıyla birlikte, alevler içerisinde parıldayan edilgen bir tanrıça gölgelerin arasından süzülerek karşımda belirir. Gerçekliği yerinden oynatan güzelliği, cehennemi baştan yaratmak için büyülü bir ilhama gebedir ve zihnine ekilen tüm günah tohumlarını bir kez daha gün yüzüne çıkarabilmek için uygun bir metafor bulabilmeyi düşlemektedir dili tutulan şair. Yüzünün sol tarafı tamamen ölü kemikten ve tebessümden ibarettir. Diğer yanı ise içten içe, melekleri kıskandıran bir gölge oyunu sergilemektedir. “Donuk sureti daima sarsıcı bir kedere sahipti.”

   Şimdi kavrıyorum odamın içinde karanlık ve soyut nesnelerle baş başa kalmama neden olan, o koşulsuz gerçekliğin altında yatan kurgusal matematiği. Onu düşlemeye başladığımda; zehirli ve eğimli bir açıyla düşer hafızamın ortasına tanrıçanın sürreal anatomisi. Perdeye yansıyan ışık demetleri, ruhumun yüzeyindeki dikişlerle altın oranda kesişmektedir ve bu zaman ötesi denklemde narin eklemleri, kanatlarımı çevreleyen çelimsiz çarklarla iç içe geçerek omurgama dahil olma eğilimi gösterir.

   Oysa şu ana kadar seni yalnızca rüyalarımda ve yıldız takımlarında gözlemlemekteydim. Gökyüzünde birkaç çıkmaz sokakta ve soğuk bir zihnin derinliklerinde dans ederken son bir kez göz göze gelmiştik. Bu yüzden o kipsiz kabustan uyandığından beri büyük bir umutla aynı yıldıza bakıp, eş vakitli kıyametler gözetmekteyiz.

   Sendelediğim zorlu mistik yolculuk boyunca adımlarını takip ettiğim kahin, düşlerimde bana sessiz ve kaotik işaretler gösterirdi. Adını zikrederken nefesimin kesildiği o ilk anda, tam da kehanetlerin unutulduğu suskun bir gecede, buruk tanrıça yorgun sesime karşılık verir. Karanlığın en yoğun olduğu vakit, dolunayın en güzel parladığı zaman değil midir? Ne kadar göz alıcı olsa bile, onun da ışığı bir başkasından emanettir. O halde artık seni “kısmi bir ayna” olarak betimleyecek ve böyle kabul edeceğim.

   Gözlerinin anlattığı unutulmuş hikayelerin belirsiz ezgileri, sonsuz boşluğun derinliklerde gizlenen karanlık satırlara soyut bir can ve büyük bir heyecan verecekti. Sırf yeteri kadar acı çekebilmek için dahi seninle dramatik ve gerçekçi bir aşk hikayesi kurgulayabilirdik. Tüm bu fikirlerin merkezinde olmaksa, hiç mühim değil. Sadece parmak uçlarımla hudutlarına dokunmak istemiştim, vicdanının kıyısındaki en soğuk dehlizlerin…

   Bana elini uzattığı sırada, kısa bir süre için de olsa doğadaki tüm elementler üzerinde hoyratça hüküm sürdü silüetim. Kıtanın en dokunaklı sahillerine acımasız korkuluklar yerleştirdi ve dört bir yana düşünsel adalar inşa etti belleğim. Buz dağının zirvesinde sessiz bir ant içip, kendisine benzersiz bir eş ilan etti. Ölüler diyarının buzullar kraliçesi, oldukça gaddar ve bir o kadar adildir…

   Karanlığımı soğuran yankılara sonuna kadar açık ve bir o kadar aşıktır bilincim. Kısmen gözlerim kapalıyken de görebiliyorum, kararlarımı sorgulayan aynanın göğsünden yansıyan gölgemi. Adım değişse bile hep aynı kalacaktı tenindeki mutlak yerim. Belki kara bir leke, belki çekimsiz bir im. Artık kim olduğunu biliyorum: Tanrı’nın donmuş yüreğinin gerçek sahibi…

   Bu sırada kirpiklerinin üzerindeki karlar yavaşça erirken, yükselen rüzgarın yerini almaktadır kristal nehir. Gözlerin dolduğunda sessizce bir kenara çekil ve odanın en karanlık köşesinde sakla hüznün göz kamaştırıcı güzelliğini. Ve şimdi seninle birlikte yıkılıyor kafamda yarattığım bu koskoca astral şehir…

   Bir kavramı tanımlamak için, önce onun sınırlarının dışına çıkmak gerekir. Evren’i bütünüyle algılamak için ise onu terk etme cesaretini göstermelisiniz. Ancak üzgün bir ruhu anladığınızı hissettirmek için yalnızca biraz şefkat duymanız yeterlidir. Rolünü ustaca oynayan şeytan, savruk bir melekten daha iyidir. Nereden baksan bir maske bir diğerinin üzerine rahatlıkla sığabilir ve oyun sadece karanlıkta yürümeyi göze alabilenler içindir. İşleri kızıştırmak gerekir arada bir… İki ruhun sonsuz savaşı, kararlı titreşimlerin esirin içinde tutkuyla sevişmesi midir?

“İşte bak; bu ölümün gizemli cömertliğidir…”

   Birbirine geçmiş iğneli satır aralarında giderek kaybolan yüzün rüyalarımda sıklıkla bir başkasıyla yer değiştirebilir. Bu, bilinçdışı mantığın merkezinde yatan özdeşlik ilkesinin kendisini bulma girişimidir. Dairenin orta yerine sıkıştırılmışken, bir yıldızın ne yöne baktığı gerçekten önemli mi? Komedyada senarist daha en başından taraflı bir oyun sergileme niyetindedir ve böylece sembolü tersine çevirir.

   Kaygının anlamı her zaman nevrotik değil; kimi zaman da platonik. Karaya vurmuş tüm sezgileri, hiçbir çaba harcamadan da göreli olarak yansıtabilir ve istediği yöne çarpıtabilir nefesim. Beraberinde yeni bir renk teorisinin keşfedilmesine yol açacak elbet Erdem’in Tanrı’ya ebediyen küsmesi. Gölgelerin kesişiminden etkilenen kaçamak bir ışık demeti, Adem’e devam etmek için yeni bir şans verir. Öyleyse seni üzerini çizdiğim bu sözde karmik desenler içerisinde nesiller boyunca aktarabilirim…

   Bir filozof aşkını dile getirdiği zaman argümanlarının sonuna kadar arkasında durması beklenir. Ancak ortaya koyduğu değişken mantık dizgesi, tüm gerçekliği açıkça reddetmek için yapılandırılmış sıralı ve yalıtılmış hipotezler içerir. Dile getirilemeyen söz öbekleri, bilincin perdenin arkasına nezaketle sığınma girişimidir. Örtük önermeler, kaçamak söylemleridir derinlerde yatan tehlikeli sözcüklerin. Bunların hiçbiri önemli değil. Ne var ki oldukça çekingen ve bir o kadar küstahtır:

“Sembollerin Dili…”