Pencerenin önünde titreyen ürkek mumun alevi ve onun gözlerimin arka odasında bıraktığı bazı nesnelerin geometrik izdüşümleri, bilinçaltımda yapılanan ilk kalıcı bağlantıları oluşturuyor. Işığı tanımadan karanlığı görüyordum, fakat bir gölge kaç farklı şekilde temsil edilebilir bilmiyordum.
–Henüz hiçbir şey bilmiyordum.
Var-olmak ve geri dönüşü olmayan bir yola sapmak istiyordum. Anımsıyorum; rüzgarın fısıltısı, bana tüm o renklerin iç içe geçtiğini gösteriyor. “Polen ve arının dansı bu!” diyorsun: Ağzından bal damlıyor. Zihnimde dinginleşen kavramların netlikleri gittikçe azalıyor. Duvardan yansıyan ışık; Evren’in tam kalbinde, daha önce hiç tatmadığım asılsız bir duyguya neden oluyor.
-Nefesim kesiliyor…
Benliğimin orta noktasına yerleşen kararsız bir örümcek, çürüyen omurgamın iç kısımlarına kadar uzanıyor ve kurumuş ağlarını büyük bir telaşla vicdanımın kayıp kıyılarına kuruyor. Bir gece lambasıyla siyaha çalan, o ıssız ormanı yalın ayak uyarıyor ve köklerinde sessizce kabuk bağlıyorum. Damarlarım uyuşuyor!
Bu sırada perdenin arkasına düşen gölgeler, düzenli olarak biçim değiştiriyor. Sakın unutma! Bu potansiyel, her an karanlığı aydınlığa zincirliyor. Bedenimi bütünüyle saran yaban gürültülerle, ruhumun ara evrelerinde titreşen düşük frekanslı örtük sinapslar devreye giriyor. Yüzüme çarpan o işgalci sezgilerle arama gün dönümsel bir tuval örüyor ve bu yüzden rüyalarımda sık sık ölüyorum…
Bilincimde cereyan eden imgesel fazlı dansı gözümde canlandırırken, uzay-zamanın uzak köşesinden görkemli bir fikir yükseliyor. Bazı yıldız takımları, bu cinaslı doğumdan doğrudan etkileniyor. Nefsimin merkezinde konuşlanan birkaç parlak enerji halkasından ibaretim sanıyordum:
-Maddeye indirgeniyorum.
Görünürde yaldız bir meridyenin altından geçip, balkon kenarından ışığın kırılmasına şahit oluyorum. Gökyüzünde uçuşan moleküller sembolik açılarla birbirlerine bağlanıyorlar. Belli ki ay tutulmasını izliyorum. Göz bebeklerin, Evren’de korkunç bir karadeliği temsil ediyor. Arkasında uyurgezer bir örümceğin ayak sesleri… Ve dondurunca zamanda bunca rengi, gözlerinden mutlak bir pencere açılıyor. Bilincim sonsuz boyutlarını fark ediyor nefesimin.
-Bak; derinleşiyoruz şimdi…
Sabahları kargaların arsız kahkahaları, hafızamdaki kavramları her gün yeniden inşa ediyor. Dudaklarım biraz polenden birbirine yapışmış durumda. Ziyaretçinin kozmik hayal bahçesinde esen, senli benli içkin deyimle sendelesem de; maskenin altında teşhis edilmemiş bensevi sihirleri henüz reddetmemeliyim. (Buna eminim.)
Bir arının zehirli öpücüğüyle kalkıyorum uykumdan. Kulaklarımda uğuldayan zühre çıplak ve kumdan keskin. “Dudakların ne garip bir rüya malzemesidir” adlı bir şiir yazıyor baş ucumda; kanatları, sanki ıslak bir nesirle törpülenmiş muğlak sicim ve bu hoş levha üzerinde çınlayan kaderin uğrak hece ölçüsüne göre karalanmış, altıgen bir betim.
Oysa tenimde o kuşku dolu dokunuşun bıraktığı şeffaf tanımlı hissi her hatırladığımda, içimde canlanan “bengi kinle” sarmaş dolaş cümleleri avangart bir kavanozda özenle biriktirir ve kim bilir hangi şanlı rengi lügatımda korkuya hiç yer olmadan kendimce tanımlayabilirdim? Düşsel çekimli sembol-birimde, heybetli bir mim ile rüyayı çarpıtarak bitirebilirdi tabii ki gezgin; ancak konakçı semaya yükselmeden gelen kısık bir sesle irkildi tin:
-Acaba hala mum ışığına bakıyor olabilir miyim? Sanırım…
Bak! Göz bebeklerinin içinde, iki nokta arasında gidip gelen; kararsız, yarı geçirgen ve amorf bir tanrıyım bugün ben. Nesnel sanrılara esir düşen gözlemcinin hücrelerinde süzülerek şekillenir ve karanlık odalarda anlam kazanırım sadece. O halde, bundan sonra yalnızca bir kör anlayabilir beni.
Bir su damlasında dağılım gösterirsem belki bu sabah -samimi bir şekilde- seninle bir parça empati kurabiliriz. Biliyorsun; çünkü su iletkendir. Sen ise çamurda her türlü akıma ve indüksiyona karşı apaçık bir direnç gösterirsin. Fakat hatırla! Her daim derinleşebilecek farklı boyutlarda kuyularım var benim. Kuytu köşe piramitlerde veya her an iki bulut arasında bir yıldırım esnasında, subliminal bir dürtüyü suistimal edebilirim…
“Korkunun Rengi, aynı zamanda huzurun da rengidir.”